YAVUZ DÖNEMİ DOĞU SEFERLERİ

24.08.2021 - 10:30, Güncelleme: 24.08.2021 - 10:30
 

YAVUZ DÖNEMİ DOĞU SEFERLERİ

MUHAMMED ASLAN İLE TARİH SÖYLEŞİLERİ

İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Yahya Başkan ile Mercidabık Zaferi'nin 505.’nci Yıl dönümünde ‘Yavuz Dönemi Doğu Seferleri' üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Başkan, Yavuz Sultan Selim hakkında bilinmeyenleri de anlattı. 1) Yavuz Sultan Selim’i diğer Osmanlı padişahlarından ayıran özellikler nelerdir? Yavuz Sultan Selim gerek şehzadeliği döneminde gerekse padişahlığa geçiş sürecinde ve sonrasında farklı bir hükümdar ve kişilik olarak karşımızda durmaktadır. Trabzon’da çeyrek asra yakın şehzade olarak vazife yapmıştır. Kendisinin sert ve haşin yapısında Trabzon şehrinin oldukça önemli bir etkisi olduğu tarihçiler tarafından dile getirilmektedir. Trabzon’da sancakbeyliği yaptığı dönemde özellikle şehir halkı tarafından kendisiyle ilgili birçok efsane, hikâye türetilmiştir. Babası II. Bayezid’in idari hâkimiyetinin sarsılmasında ve kardeşler arası mücadelede öne çıkacak olan Selim, babası ile karşı karşıya gelmiş hatta onunla savaşmış ve mağlup olmuştur. Trabzon’un payitaht olan İstanbul’dan uzak bir konumda bulunması, zorlu bir coğrafyaya sahip olması gibi nedenlerden dolayı Selim, başka bir sancağın yönetimini istemiş ancak reddedilmiştir. Selim’in başka bir sancağa geçmek istemesinin asıl nedeni kardeşler arasında yaşanması muhtemel iktidar mücadelesinde İstanbul’a yakın bir yer tutmaktı. Selim’in ısrarları sonucunda teamüle aykırı olarak Rumeli’de Serez Sancağı verilmiştir. Ondan önce ve sonra hiçbir Osmanlı şehzadesine Rumeli’de sancak idareciliği verilmemiştir. Nihayetinde saltanat mücadelesinde kardeşlerine daha doğrusu abilerine, hatta babasına karşı galip gelerek yeniçerilerin de destekleriyle tahta geçmiştir. Osmanlı tarihinde I. Ahmet’e kadar Çelebi Mehmet ile birlikte ‘ulu evlat’ teamülünün dışında tahta geçen küçük kardeşlerden birisi de Selim’dir. Osmanlı’da Selim’in tahta geçtiği döneme kadar hep büyük evlat padişah olmaktaydı. Selim’in babasıyla mücadelesi de dedesi Fatih Sultan Mehmet’in babasıyla olan mücadelesini andırmaktadır ki, bu da Osmanlı tarihinde ender rastlanan olaylar arasındadır. Sinirli bir kişiliğe sahip olduğunu bildiğimiz Selim’in kendi paşalarına ve kendisine yakın devlet adamlarına karşı da sert davrandığı bilinmektedir. Onun bu ve benzeri hadiselerdeki tavrı sebebiyle isminin önüne ‘Yavuz’ sıfatı eklenecektir. Bu sert tabiatının yanında merhametli ve duygusal bir kişiliğe sahip olduğu da kaynaklarda nakledilmektedir. Yeniçerilerle bazı problemler yaşayan Yavuz bütün bu sıkıntıları aşmasını bilmiştir. Dedesi Fatih’i uğraştıran Yeniçeriler, babası II. Bayezid’i iktidara taşımışlar ancak sonrasında da babasını devre dışı bırakıp Yavuz’un tahta çıkmasında önemli bir rol oynamışlardır. Yeniçerilerin bu kuvvetini gören ve kendisine yöneldiğini fark eden Yavuz, onların bu gücünü kırmıştır. Gençliği iktidar mücadelesi ve devlet yönetimiyle geçmesine rağmen kendisini farklı alanlarda geliştirmeyi başaran Yavuz Sultan Selim, şair bir padişahtır aynı zamanda divanı da vardır. Arapça ve Farsça’ya vukufiyeti olup bu dillerde şiirleri bulunmaktadır.  Osmanlı padişahları arasında hakkında en çok efsane ve menkıbeler anlatılan kişi de yine Yavuz Sultan Selim’dir. Bu durum onun diğer Osmanlı padişahlarından ayrı bir kişiliğe sahip olduğunun en önemli göstergesidir. 2) Yavuz Sultan Selim’in bütün seferlerini Anadolu’ya ve Orta Doğu’ya yönelik olarak gerçekleştirmesinin nedenleri nelerdir? Yavuz Sultan Selim tahta geçtiği dönemde, Osmanlı Devleti’nin doğuda iki büyük rakibi vardı. Bunlardan ilki, doğudaki beldelerden başlayarak, Karaman-Konya ve Tokat sahasına kadar olan bölgeyi baskı altına alan Şah İsmail komutasındaki Safeviler diğeri ise özellikle hac suyolları meselesi sebebiyle çeşitli sorunların yaşandığı Memlûkler’dir. Memlûklerle meydana gelen savaşlar her ne kadar sulh anlaşmasıyla neticelendiyse de bu iki ülkeyle, Osmanlı arasında büyük sorunlar yaşanmaktaydı.  Özellikle Anadolu’da Dulkadiroğulları Beyliği, bu iki devletle yani Safeviler ve Memlûklerle zaman zaman iş birliği yapmaktaydı. 1514 yılında Osmanlılar ve Safeviler arasında meydana gelen Çaldıran Savaşı sonrasında bu beylik üzerine sefer düzenlenmiş, 1515 yılında Turnadağ Savaşı ile beylik ortadan kaldırılmıştır. Dulkadiroğulları’nın da ortadan kalkmasıyla Anadolu’da beylik özelliği taşıyan hiçbir tampon güç kalmamıştır. Ayrıca Çaldıran Savaşı’ndan sonra bölgedeki; Kiğı, Diyarbakır, Harput, Çemişgezek, Mardin, Eğin gibi tarihi merkezlerdeki bütün mahalli beyler teker teker ortadan kaldırılarak Anadolu’nun doğusu, Osmanlı siyasi sınırlarına dâhil edilmiş ve siyasi birlik sağlanmıştır. 3) Osmanlı-Safevi İlişkileri nasıl olmuştur? Çaldıran Savaşı’nın, Türk Tarihi açısından önemi nedir?             Erdebil merkezli tasavvufi bir hareket olan Safevilik adını kurucusu Şeyh Safiyüddin Erdebili’den almıştır. Safiyüddin Erdebili, Şafi Mezhebi’ne mensuptu. Bu tekke “sünni inanç” üzerine bir tasavvufi hareketin en önemli merkezi konumundaydı. Nitekim Anadolu’daki tasavvufçulardan Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamidüddin Veli ve onun talebesi Hacı Bayramı Veli’ de Erdebil Tekkesi ile irtibatlıydı. Şeyh Safiyüddin Erdebili’nin 1334 yılında vefat etmesinin ardından bu tasavvufi hareketin merkezini oluşturan Erdebil Tekkesi büyük bir değişime uğrayarak zamanla “şii inanç” sistemini benimseyen bir tasavvuf hareketine dönüştü. Bu dönüşümün nasıl olduğu ve bu süreçte yaşananlarla ile ilgili sağlıklı bilgiler yoktur, bu nedenle bu süreç tam olarak izah edilememektedir.              Özellikle II. Murad tarafından yerleşme talepleri reddedilen Safevi Şeyhi Şeyh Cüneyd, bu tasavvuf hareketinin Şiiliğe dönüşümünde büyük pay sahibidir. Bu hareket giderek siyasallaşarak Şah İsmail döneminde zirveye ulaşmış ve köklü bir inanç değişikliği yaşamıştır. Hareketin siyasallaşmasında Şeyh Cüneyd ve oğlu Şeyh Haydar’ın, Akkoyunlu Hanedanı’na mensup kadınlarla yaptıkları evliliklerinde büyük etkisi vardır.  Bir taraftan Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın torunu olan Şah İsmail, diğer taraftan Trabzon Rum İmparatoru IV. İoannis’in torunudur. Şah İsmail, uzun ve sancılı bir süreçten sonra Erdebil’e girip hem posta, hem de tahta oturmasıyla tarikat farklı bir güzergâha yönelmiştir. Safeviler kuruldukları bölgede Şeybaniler ve Akkoyunlular gibi iki önemli gücü ortadan kaldırmayı başarmışlardır. Daha sonraki süreçte batıya yönelen Şah İsmail, gözünü Osmanlı topraklarına dikmiştir.             Şah İsmail, bu süreçte iki şeyi ön plana çıkararak Osmanlı’yı yıpratmayı denemiştir. Bunlardan ilki: Anadolu’da özellikle Karaman ve Teke bölgesinde kendisine bağlı müritleri sahiplenerek Osmanlı’ya karşı kışkırtmak, diğeri de: kendilerinden önce buralarda hâkim olan Akkoyunlular ve Timur Devleti’nin miras kalan toprakların varisliğine soyunmaktı. Bu konuyla ilgili Prof. Dr. Feridun Emecen, Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni, Karamanoğlu topraklarında kurmayı düşündüğü bilgisini vermektedir. Onun bu bölgeye yönelik tehditleri, II. Bayezid döneminden itibaren başlamıştır. II. Beyazid’in saltanatının sonuna doğru devletin sınırlarının güvenliğini etkilemiş hatta iktidarını sarsarak onun saltanattan çekilmesini de zemin hazırlamıştır. Bu süreç aynı zamanda Safevilerle mücadele edebilecek tek kişi olarak görülen Yavuz Sultan Selim’in padişah olma sürecini hızlandırmıştır. Yavuz’un, Şah İsmail’e savaş açmasında kardeşi Şehzade Ahmed’in oğlu Murad’ın Safeviler’e sığınması hatta Kızılbaş olduğu yönünde şayiaların yayılması, Şah İsmail’in Anadolu’da etkisinin artması, Kızılbaşlık Hareketi’nin Anadolu’da yayılmaya başlaması gibi olaylar etkili olmuştur. Yavuz divanda bazı vezirlerin karşı çıkmasına rağmen savaş kararı almış ve Safeviler’e savaş açmıştır. Burada unutulmaması gereken hususlardan birisi şudur: Osmanlı Devleti ve Safeviler’in birbirleriyle mücadele etmesinde esas faktör inanç faktörüdür. Bununla birlikte ekonomik ve siyasi faktörlerin oldukça önemli bir etkisi vardır. Çünkü savaş öncesinde Safeviler, Osmanlı topraklarına saldırılar düzenlemekte ve bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini, ekonomik yapısını sarsmaktadır. Çaldıran Savaşı öncesinde Safeviler, Antalya-Konya-Maraş hattına kadar dayanmıştır. Bu durum Osmanlı’yı hem ekonomik açıdan hem de siyasi açıdan olumsuz etkilemektedir. Yavuz savaş öncesinde İran İpeği’nin kullanılmasını yasaklamış ve Safevi ticaret kervanlarının, Osmanlı ülkesine girmesine müsaade etmemiştir. Vezirlerin, Yeniçeriler’in ve bazı devlet adamlarının savaşa karşı olmalarına rağmen Yavuz, 1514 yılının ağustos ayında bir sefer düzenleyerek Van yakınlarındaki Çaldıran Ovası’nda Şah İsmail komutasındaki Safevi ordusunu yenmeyi başarmıştır. Bu savaş daha doğrusu galibiyet bugünkü Anadolu’nun siyasi sınırlarının oluşmasında etkili olduğu gibi bundan daha da önemlisi inanç (sınırı) özelliklerinin korunmasında da etkili olmuştur. Bana göre bu zaferle 1243 yılında Kösedağ mağlubiyeti ile başlayan süreç tersine dönmüş hatta sonlanmıştır. Bildiğiniz üzere Kösedağ Savaşı sonrasında Anadolu, Moğolların ve İlhanlıların egemenliği altına girmiş ve bölgede siyasi birlik bozulmuştu. Anadolu’da siyasi birliğin inşası I. Beyazid döneminde geçici olarak sağlandıysa da bu Timur ile yapılan Ankara Savaşı ile yine bozuldu. Bölgede siyasi birliğin sağlanmasına giden süreçte Fatih döneminde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ile yapılan Otlukbeli Savaşı’nın oldukça önemli bir etkisi olsa da Yavuz Sultan Selim, Çaldıran ve Turnadağ Zaferleri ile son sözü söylemiş ve Anadolu’da siyasi birliği kesin olarak sağlamıştır. 4) Osmanlı-Memlûk ilişkileri nasıl olmuştur? Mercidabık ve Ridaniye Savaşları’nın Osmanlı Tarihi açısından önemi nedir? Fatih Sultan Mehmet’in hayatının sonuna doğru hac hizmetleri sebebiyle Memlûklerle çok ciddi sorunlar yaşandı. Memlûklerin, Türk hacılara zorluk çıkarması üzerine Fatih, sefer hazırlıklarına başladı. Fatih’in gerçekleştiremeden vefat ettiği bu seferin, Mısır üzerine olduğu yönünde rivayetler bulunmaktadır. Memlûkler daha sonraki yıllarda da, Türk hacılara karşı aynı politikasına devam etmiş bunun üzerine II. Bayezid döneminde Memlûkler’e karşı savaşılmış, bu savaş, sulh ile neticelenmiştir. Özellikle Dulkadiroğulları Beyliği hanedanı içindeki çekişmeler, Osmanlı- Memlûk mücadelesinde önemli bir yere sahiptir. Dulkadiroğulları’nın birçok kez Osmanlı’ya karşı çeşitli ittifak arayışlarına girmesi Yavuz’un, Turnadağ Seferi’ni düzenlemesinde etkili oldu. Turnadağ Zaferi ile bölge Osmanlı hakimiyetine girerek Osmanlılar ve Memlûkler sınır komşusu haline geldiler. 1516 yılının mart ayında düzenlenen divan toplantısında Yavuz, yeni bir şark seferi kararı aldı. Bu seferin Memlûkler üzerine olduğu düşünülse de Prof. Dr. Feridun Emecen, bu seferin Memlûkler üzerine değil Safeviler üzerine olduğunu dile getirmektedir. Çünkü Şah İsmail, Diyarbakır’ı kontrol altına almak istemektedir. Bu amaçla da bölgeye Karahan öncülüğünde kuvvet yollamıştır. Yavuz’un Safeviler üzerine sefere çıktığı sırada Memlûk Sultanı Kansu Gavri’nin ordusuyla Halep’e gelerek Osmanlı’ya karşı savaş hazırlıkları içerisinde olduğu haberinin yayılması üzerine Yavuz, Hadım Sinan Paşa öncülüğünde bir orduyu Diyarbakır’a göndererek sefer güzergâhını değiştirmiştir. Bu ordu daha sonra Karahan öncülüğündeki Safevi ordusunu yenecektir. Yavuz Sultan Selim, Malatya ovasından Halep’e yönelerek Memlûk Hükümdarı Kansu Gavri’ye oldukça ağır ve sert ifadeler içeren bir mektup göndermiştir. Antep yakınlarında üç gün konakladıktan sonra ordu savaş halini almıştır. Osmanlı ve Memlûk ordusu, 24 Ağustos 1516 tarihinde Halep yakınlarında Mercidabık Ovası’nda karşı karşıya gelmiş ve Memlûk Hükümdarı Kansu Gavri bu savaş sırasında öldürülmüş, savaşı Osmanlı ordusu kazanmıştır. Osmanlı ordusu bu savaşta birçok esir almıştı. Esir alınanlar arasında Abbasi Halifesi de vardı. Yavuz Sultan Selim Halep’te kendisiyle görüştü. Mercidabık Zaferi’yle, Halep’i hâkimiyeti altına alan Yavuz, daha sonra Şam’a hareket etmiş, Şam yakınlarında 12 gün konaklamıştır. Şam’da ordunun sayımını yaptırması artık seferin tamamlanıp geri dönüleceği düşüncesine yol açtı. Yavuz birçok devlet adamının muhalefetine rağmen Kahire’ye doğru sefere çıktı. Padişahın bu kararı almasında Memlûk Emirleri’nin ve İdris-i Bidlisi’nin büyük etkisi vardı. Yavuz, Tomanbay’a mektup göndererek kendisine tabi olması durumunda Kahire’de kalabileceğini belirtmiş fakat padişahın bu teklifi yeni Memlûk Hükümdarı Tomanbay tarafından reddedilmişti. Şam üzerinden Filistin’e geçerek sırasıyla Gazze ve Kudüs’ü ele geçirmiş; akşam namazını Mescid-i Aksa’da, yatsı namazını ise Kubbetü’s Sahra’da kılmıştır. Kahire Seferi esnasında padişahın aklına takılan en önemli soru, çöl güzergahının nasıl aşılacağıydı. Sefer esnasında yağan yağmurlar yol sıkıntısının aşılması noktasında kolaylık sağladığı düşünülmektedir. Sefer sırasında muhalefetine devam eden Hüseyin Paşa, padişah tarafından idam ettirildi. Onun idamı sefere karşı çıkanların sesinin kısılmasında etkili oldu. Bu idam aynı zamanda sefer konusunda padişahın ne kadar kararlı olduğunun bir göstergesiydi. Osmanlı ordusu, Memlûk ordusuna göre daha modern silahlara sahipti. Memlûk Hükümdarı Tomanbay buna karşı koyabilmek amacıyla El-Mukattam Dağı’na toplar gömdürdüyse de bir istihbarat faaliyeti neticesinde bu haber Osmanlı ordugâhına ulaşmıştır.  Osmanlı ordusu bir plan doğrultusunda hareket ederek Mukaddem Dağı’ndaki topları işlevsiz hale getirmiş ve 22 Ocak 1517 tarihinde bu dağın çevresinde gerçekleşen savaşı kazanmış, Memlûk ordusunu ikinci kez yenilgiye uğratmıştır. Güvenlik endişesiyle Kahire’ye girmeyen Yavuz Sultan Selim şehrin dışında konaklamıştır. Tomanbay’ın şehre dönmesiyle halk onun etrafında toplanmış ve sert bir direniş başlamıştır. 4 Şubat 1517 tarihinde Yavuz Sultan Selim öncülüğündeki Osmanlı ordusu, uğrunda ağır kayıplar verdiği Kahire şehrine girmiştir. Memlûk Hükümdarı Tomanbay, direnişe devam etmeye çalışsa da yakalanarak 13 Nisan 1517 tarihinde Kahire’de halkın gözü önünde Babuzüveyle’de asılarak idam edildi. Böylelikle Osmanlılar, Memlûk Devleti’ne son verdiler. Yavuz Sultan Selim burada kaldığı müddet zarfında Kahire’yi ve etrafını gezdi. Hatta Mısır Piramitlerini de gezerek bilgi aldı. Bazı Arapça eserlerin, Türkçeye çevrilmesini emretti. Osmanlı geleneğine uygun olarak bölgede yaşayan bazı sanatkâr ve alimlerin bir kısmını İstanbul’a gönderdi. 5) Halifeliğin Osmanlı’ya geçiş süreci nasıl olmuştur?  Öncelikli olarak belirtmemiz gerekir ki halifelik Osmanlı Devleti’ne geçmeden öncede halife unvanını kullanan padişahlar olmuştur. Bu noktada Mısır Seferi’nden sonra hilafetin İstanbul’da bir merasimle Osmanlılara intikal ettiği rivayetinin tarihi bir kıymeti bulunmamaktadır. Bu konuyla ilgili kapsamlı çalışmaları olan Prof. Dr. Feridun Emecen; “Yavuz Sultan Selim’in İslam Dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması o dönemde bazı kaynaklarda ‘hilâfet tahtının sultanı’ şeklinde anılmasına yol açmıştır” diyerek sorunuza dair özet mahiyetinde cevap vermiş olmaktadır. Yavuz Sultan Selim, Mercidabık Savaşı’ndan sonra Halep’de Abbasi Halifesi Mütevekkil Alellah ile görüşmüş ve sonrasında da onu yakınlarıyla birlikte İstanbul’a göndermiştir. Halife ailesinin sonraki yıllarda Kahire’ye dönmelerine müsaade edilmiştir. Siyasi yönden güçlü olmaları sebebiyle halife ünvanına ihtiyacı olmayan Osmanlılar, Kırım Savaşı’na kadar bu unvanı kullanma ihtiyacı hissetmemişlerdir. Devletin son yüzyılında özellikle II. Abdülhamid,  halife sıfatını diplomatik bir vasıta aracı olarak kullanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in hilafeti devraldığı kaydı kendisinden sonraki yüzyılda çıkan bir rivayet ile alakalıdır.
MUHAMMED ASLAN İLE TARİH SÖYLEŞİLERİ

İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Yahya Başkan ile Mercidabık Zaferi'nin 505.’nci Yıl dönümünde ‘Yavuz Dönemi Doğu Seferleri' üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Başkan, Yavuz Sultan Selim hakkında bilinmeyenleri de anlattı.

1) Yavuz Sultan Selim’i diğer Osmanlı padişahlarından ayıran özellikler nelerdir?

Yavuz Sultan Selim gerek şehzadeliği döneminde gerekse padişahlığa geçiş sürecinde ve sonrasında farklı bir hükümdar ve kişilik olarak karşımızda durmaktadır. Trabzon’da çeyrek asra yakın şehzade olarak vazife yapmıştır. Kendisinin sert ve haşin yapısında Trabzon şehrinin oldukça önemli bir etkisi olduğu tarihçiler tarafından dile getirilmektedir. Trabzon’da sancakbeyliği yaptığı dönemde özellikle şehir halkı tarafından kendisiyle ilgili birçok efsane, hikâye türetilmiştir.

Babası II. Bayezid’in idari hâkimiyetinin sarsılmasında ve kardeşler arası mücadelede öne çıkacak olan Selim, babası ile karşı karşıya gelmiş hatta onunla savaşmış ve mağlup olmuştur. Trabzon’un payitaht olan İstanbul’dan uzak bir konumda bulunması, zorlu bir coğrafyaya sahip olması gibi nedenlerden dolayı Selim, başka bir sancağın yönetimini istemiş ancak reddedilmiştir. Selim’in başka bir sancağa geçmek istemesinin asıl nedeni kardeşler arasında yaşanması muhtemel iktidar mücadelesinde İstanbul’a yakın bir yer tutmaktı. Selim’in ısrarları sonucunda teamüle aykırı olarak Rumeli’de Serez Sancağı verilmiştir. Ondan önce ve sonra hiçbir Osmanlı şehzadesine Rumeli’de sancak idareciliği verilmemiştir. Nihayetinde saltanat mücadelesinde kardeşlerine daha doğrusu abilerine, hatta babasına karşı galip gelerek yeniçerilerin de destekleriyle tahta geçmiştir.

Osmanlı tarihinde I. Ahmet’e kadar Çelebi Mehmet ile birlikte ‘ulu evlat’ teamülünün dışında tahta geçen küçük kardeşlerden birisi de Selim’dir. Osmanlı’da Selim’in tahta geçtiği döneme kadar hep büyük evlat padişah olmaktaydı. Selim’in babasıyla mücadelesi de dedesi Fatih Sultan Mehmet’in babasıyla olan mücadelesini andırmaktadır ki, bu da Osmanlı tarihinde ender rastlanan olaylar arasındadır.

Sinirli bir kişiliğe sahip olduğunu bildiğimiz Selim’in kendi paşalarına ve kendisine yakın devlet adamlarına karşı da sert davrandığı bilinmektedir. Onun bu ve benzeri hadiselerdeki tavrı sebebiyle isminin önüne ‘Yavuz’ sıfatı eklenecektir. Bu sert tabiatının yanında merhametli ve duygusal bir kişiliğe sahip olduğu da kaynaklarda nakledilmektedir. Yeniçerilerle bazı problemler yaşayan Yavuz bütün bu sıkıntıları aşmasını bilmiştir. Dedesi Fatih’i uğraştıran Yeniçeriler, babası II. Bayezid’i iktidara taşımışlar ancak sonrasında da babasını devre dışı bırakıp Yavuz’un tahta çıkmasında önemli bir rol oynamışlardır. Yeniçerilerin bu kuvvetini gören ve kendisine yöneldiğini fark eden Yavuz, onların bu gücünü kırmıştır. Gençliği iktidar mücadelesi ve devlet yönetimiyle geçmesine rağmen kendisini farklı alanlarda geliştirmeyi başaran Yavuz Sultan Selim, şair bir padişahtır aynı zamanda divanı da vardır. Arapça ve Farsça’ya vukufiyeti olup bu dillerde şiirleri bulunmaktadır.  Osmanlı padişahları arasında hakkında en çok efsane ve menkıbeler anlatılan kişi de yine Yavuz Sultan Selim’dir. Bu durum onun diğer Osmanlı padişahlarından ayrı bir kişiliğe sahip olduğunun en önemli göstergesidir.

2) Yavuz Sultan Selim’in bütün seferlerini Anadolu’ya ve Orta Doğu’ya yönelik olarak gerçekleştirmesinin nedenleri nelerdir?

Yavuz Sultan Selim tahta geçtiği dönemde, Osmanlı Devleti’nin doğuda iki büyük rakibi vardı. Bunlardan ilki, doğudaki beldelerden başlayarak, Karaman-Konya ve Tokat sahasına kadar olan bölgeyi baskı altına alan Şah İsmail komutasındaki Safeviler diğeri ise özellikle hac suyolları meselesi sebebiyle çeşitli sorunların yaşandığı Memlûkler’dir. Memlûklerle meydana gelen savaşlar her ne kadar sulh anlaşmasıyla neticelendiyse de bu iki ülkeyle, Osmanlı arasında büyük sorunlar yaşanmaktaydı.  Özellikle Anadolu’da Dulkadiroğulları Beyliği, bu iki devletle yani Safeviler ve Memlûklerle zaman zaman iş birliği yapmaktaydı. 1514 yılında Osmanlılar ve Safeviler arasında meydana gelen Çaldıran Savaşı sonrasında bu beylik üzerine sefer düzenlenmiş, 1515 yılında Turnadağ Savaşı ile beylik ortadan kaldırılmıştır. Dulkadiroğulları’nın da ortadan kalkmasıyla Anadolu’da beylik özelliği taşıyan hiçbir tampon güç kalmamıştır. Ayrıca Çaldıran Savaşı’ndan sonra bölgedeki; Kiğı, Diyarbakır, Harput, Çemişgezek, Mardin, Eğin gibi tarihi merkezlerdeki bütün mahalli beyler teker teker ortadan kaldırılarak Anadolu’nun doğusu, Osmanlı siyasi sınırlarına dâhil edilmiş ve siyasi birlik sağlanmıştır.

3) Osmanlı-Safevi İlişkileri nasıl olmuştur? Çaldıran Savaşı’nın, Türk Tarihi açısından önemi nedir?

            Erdebil merkezli tasavvufi bir hareket olan Safevilik adını kurucusu Şeyh Safiyüddin Erdebili’den almıştır. Safiyüddin Erdebili, Şafi Mezhebi’ne mensuptu. Bu tekke “sünni inanç” üzerine bir tasavvufi hareketin en önemli merkezi konumundaydı. Nitekim Anadolu’daki tasavvufçulardan Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamidüddin Veli ve onun talebesi Hacı Bayramı Veli’ de Erdebil Tekkesi ile irtibatlıydı. Şeyh Safiyüddin Erdebili’nin 1334 yılında vefat etmesinin ardından bu tasavvufi hareketin merkezini oluşturan Erdebil Tekkesi büyük bir değişime uğrayarak zamanla “şii inanç” sistemini benimseyen bir tasavvuf hareketine dönüştü. Bu dönüşümün nasıl olduğu ve bu süreçte yaşananlarla ile ilgili sağlıklı bilgiler yoktur, bu nedenle bu süreç tam olarak izah edilememektedir. 

            Özellikle II. Murad tarafından yerleşme talepleri reddedilen Safevi Şeyhi Şeyh Cüneyd, bu tasavvuf hareketinin Şiiliğe dönüşümünde büyük pay sahibidir. Bu hareket giderek siyasallaşarak Şah İsmail döneminde zirveye ulaşmış ve köklü bir inanç değişikliği yaşamıştır. Hareketin siyasallaşmasında Şeyh Cüneyd ve oğlu Şeyh Haydar’ın, Akkoyunlu Hanedanı’na mensup kadınlarla yaptıkları evliliklerinde büyük etkisi vardır.  Bir taraftan Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın torunu olan Şah İsmail, diğer taraftan Trabzon Rum İmparatoru IV. İoannis’in torunudur. Şah İsmail, uzun ve sancılı bir süreçten sonra Erdebil’e girip hem posta, hem de tahta oturmasıyla tarikat farklı bir güzergâha yönelmiştir. Safeviler kuruldukları bölgede Şeybaniler ve Akkoyunlular gibi iki önemli gücü ortadan kaldırmayı başarmışlardır. Daha sonraki süreçte batıya yönelen Şah İsmail, gözünü Osmanlı topraklarına dikmiştir.

            Şah İsmail, bu süreçte iki şeyi ön plana çıkararak Osmanlı’yı yıpratmayı denemiştir. Bunlardan ilki: Anadolu’da özellikle Karaman ve Teke bölgesinde kendisine bağlı müritleri sahiplenerek Osmanlı’ya karşı kışkırtmak, diğeri de: kendilerinden önce buralarda hâkim olan Akkoyunlular ve Timur Devleti’nin miras kalan toprakların varisliğine soyunmaktı. Bu konuyla ilgili Prof. Dr. Feridun Emecen, Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni, Karamanoğlu topraklarında kurmayı düşündüğü bilgisini vermektedir. Onun bu bölgeye yönelik tehditleri, II. Bayezid döneminden itibaren başlamıştır. II. Beyazid’in saltanatının sonuna doğru devletin sınırlarının güvenliğini etkilemiş hatta iktidarını sarsarak onun saltanattan çekilmesini de zemin hazırlamıştır. Bu süreç aynı zamanda Safevilerle mücadele edebilecek tek kişi olarak görülen Yavuz Sultan Selim’in padişah olma sürecini hızlandırmıştır. Yavuz’un, Şah İsmail’e savaş açmasında kardeşi Şehzade Ahmed’in oğlu Murad’ın Safeviler’e sığınması hatta Kızılbaş olduğu yönünde şayiaların yayılması, Şah İsmail’in Anadolu’da etkisinin artması, Kızılbaşlık Hareketi’nin Anadolu’da yayılmaya başlaması gibi olaylar etkili olmuştur. Yavuz divanda bazı vezirlerin karşı çıkmasına rağmen savaş kararı almış ve Safeviler’e savaş açmıştır.

Burada unutulmaması gereken hususlardan birisi şudur: Osmanlı Devleti ve Safeviler’in birbirleriyle mücadele etmesinde esas faktör inanç faktörüdür. Bununla birlikte ekonomik ve siyasi faktörlerin oldukça önemli bir etkisi vardır. Çünkü savaş öncesinde Safeviler, Osmanlı topraklarına saldırılar düzenlemekte ve bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini, ekonomik yapısını sarsmaktadır. Çaldıran Savaşı öncesinde Safeviler, Antalya-Konya-Maraş hattına kadar dayanmıştır. Bu durum Osmanlı’yı hem ekonomik açıdan hem de siyasi açıdan olumsuz etkilemektedir. Yavuz savaş öncesinde İran İpeği’nin kullanılmasını yasaklamış ve Safevi ticaret kervanlarının, Osmanlı ülkesine girmesine müsaade etmemiştir. Vezirlerin, Yeniçeriler’in ve bazı devlet adamlarının savaşa karşı olmalarına rağmen Yavuz, 1514 yılının ağustos ayında bir sefer düzenleyerek Van yakınlarındaki Çaldıran Ovası’nda Şah İsmail komutasındaki Safevi ordusunu yenmeyi başarmıştır.

Bu savaş daha doğrusu galibiyet bugünkü Anadolu’nun siyasi sınırlarının oluşmasında etkili olduğu gibi bundan daha da önemlisi inanç (sınırı) özelliklerinin korunmasında da etkili olmuştur. Bana göre bu zaferle 1243 yılında Kösedağ mağlubiyeti ile başlayan süreç tersine dönmüş hatta sonlanmıştır. Bildiğiniz üzere Kösedağ Savaşı sonrasında Anadolu, Moğolların ve İlhanlıların egemenliği altına girmiş ve bölgede siyasi birlik bozulmuştu. Anadolu’da siyasi birliğin inşası I. Beyazid döneminde geçici olarak sağlandıysa da bu Timur ile yapılan Ankara Savaşı ile yine bozuldu. Bölgede siyasi birliğin sağlanmasına giden süreçte Fatih döneminde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ile yapılan Otlukbeli Savaşı’nın oldukça önemli bir etkisi olsa da Yavuz Sultan Selim, Çaldıran ve Turnadağ Zaferleri ile son sözü söylemiş ve Anadolu’da siyasi birliği kesin olarak sağlamıştır.

4) Osmanlı-Memlûk ilişkileri nasıl olmuştur? Mercidabık ve Ridaniye Savaşları’nın Osmanlı Tarihi açısından önemi nedir?

Fatih Sultan Mehmet’in hayatının sonuna doğru hac hizmetleri sebebiyle Memlûklerle çok ciddi sorunlar yaşandı. Memlûklerin, Türk hacılara zorluk çıkarması üzerine Fatih, sefer hazırlıklarına başladı. Fatih’in gerçekleştiremeden vefat ettiği bu seferin, Mısır üzerine olduğu yönünde rivayetler bulunmaktadır. Memlûkler daha sonraki yıllarda da, Türk hacılara karşı aynı politikasına devam etmiş bunun üzerine II. Bayezid döneminde Memlûkler’e karşı savaşılmış, bu savaş, sulh ile neticelenmiştir.

Özellikle Dulkadiroğulları Beyliği hanedanı içindeki çekişmeler, Osmanlı- Memlûk mücadelesinde önemli bir yere sahiptir. Dulkadiroğulları’nın birçok kez Osmanlı’ya karşı çeşitli ittifak arayışlarına girmesi Yavuz’un, Turnadağ Seferi’ni düzenlemesinde etkili oldu. Turnadağ Zaferi ile bölge Osmanlı hakimiyetine girerek Osmanlılar ve Memlûkler sınır komşusu haline geldiler.

1516 yılının mart ayında düzenlenen divan toplantısında Yavuz, yeni bir şark seferi kararı aldı. Bu seferin Memlûkler üzerine olduğu düşünülse de Prof. Dr. Feridun Emecen, bu seferin Memlûkler üzerine değil Safeviler üzerine olduğunu dile getirmektedir. Çünkü Şah İsmail, Diyarbakır’ı kontrol altına almak istemektedir. Bu amaçla da bölgeye Karahan öncülüğünde kuvvet yollamıştır. Yavuz’un Safeviler üzerine sefere çıktığı sırada Memlûk Sultanı Kansu Gavri’nin ordusuyla Halep’e gelerek Osmanlı’ya karşı savaş hazırlıkları içerisinde olduğu haberinin yayılması üzerine Yavuz, Hadım Sinan Paşa öncülüğünde bir orduyu Diyarbakır’a göndererek sefer güzergâhını değiştirmiştir. Bu ordu daha sonra Karahan öncülüğündeki Safevi ordusunu yenecektir. Yavuz Sultan Selim, Malatya ovasından Halep’e yönelerek Memlûk Hükümdarı Kansu Gavri’ye oldukça ağır ve sert ifadeler içeren bir mektup göndermiştir. Antep yakınlarında üç gün konakladıktan sonra ordu savaş halini almıştır.

Osmanlı ve Memlûk ordusu, 24 Ağustos 1516 tarihinde Halep yakınlarında Mercidabık Ovası’nda karşı karşıya gelmiş ve Memlûk Hükümdarı Kansu Gavri bu savaş sırasında öldürülmüş, savaşı Osmanlı ordusu kazanmıştır. Osmanlı ordusu bu savaşta birçok esir almıştı. Esir alınanlar arasında Abbasi Halifesi de vardı. Yavuz Sultan Selim Halep’te kendisiyle görüştü. Mercidabık Zaferi’yle, Halep’i hâkimiyeti altına alan Yavuz, daha sonra Şam’a hareket etmiş, Şam yakınlarında 12 gün konaklamıştır. Şam’da ordunun sayımını yaptırması artık seferin tamamlanıp geri dönüleceği düşüncesine yol açtı. Yavuz birçok devlet adamının muhalefetine rağmen Kahire’ye doğru sefere çıktı. Padişahın bu kararı almasında Memlûk Emirleri’nin ve İdris-i Bidlisi’nin büyük etkisi vardı. Yavuz, Tomanbay’a mektup göndererek kendisine tabi olması durumunda Kahire’de kalabileceğini belirtmiş fakat padişahın bu teklifi yeni Memlûk Hükümdarı Tomanbay tarafından reddedilmişti. Şam üzerinden Filistin’e geçerek sırasıyla Gazze ve Kudüs’ü ele geçirmiş; akşam namazını Mescid-i Aksa’da, yatsı namazını ise Kubbetü’s Sahra’da kılmıştır. Kahire Seferi esnasında padişahın aklına takılan en önemli soru, çöl güzergahının nasıl aşılacağıydı. Sefer esnasında yağan yağmurlar yol sıkıntısının aşılması noktasında kolaylık sağladığı düşünülmektedir. Sefer sırasında muhalefetine devam eden Hüseyin Paşa, padişah tarafından idam ettirildi. Onun idamı sefere karşı çıkanların sesinin kısılmasında etkili oldu. Bu idam aynı zamanda sefer konusunda padişahın ne kadar kararlı olduğunun bir göstergesiydi.

Osmanlı ordusu, Memlûk ordusuna göre daha modern silahlara sahipti. Memlûk Hükümdarı Tomanbay buna karşı koyabilmek amacıyla El-Mukattam Dağı’na toplar gömdürdüyse de bir istihbarat faaliyeti neticesinde bu haber Osmanlı ordugâhına ulaşmıştır.  Osmanlı ordusu bir plan doğrultusunda hareket ederek Mukaddem Dağı’ndaki topları işlevsiz hale getirmiş ve 22 Ocak 1517 tarihinde bu dağın çevresinde gerçekleşen savaşı kazanmış, Memlûk ordusunu ikinci kez yenilgiye uğratmıştır.

Güvenlik endişesiyle Kahire’ye girmeyen Yavuz Sultan Selim şehrin dışında konaklamıştır. Tomanbay’ın şehre dönmesiyle halk onun etrafında toplanmış ve sert bir direniş başlamıştır. 4 Şubat 1517 tarihinde Yavuz Sultan Selim öncülüğündeki Osmanlı ordusu, uğrunda ağır kayıplar verdiği Kahire şehrine girmiştir. Memlûk Hükümdarı Tomanbay, direnişe devam etmeye çalışsa da yakalanarak 13 Nisan 1517 tarihinde Kahire’de halkın gözü önünde Babuzüveyle’de asılarak idam edildi. Böylelikle Osmanlılar, Memlûk Devleti’ne son verdiler. Yavuz Sultan Selim burada kaldığı müddet zarfında Kahire’yi ve etrafını gezdi. Hatta Mısır Piramitlerini de gezerek bilgi aldı. Bazı Arapça eserlerin, Türkçeye çevrilmesini emretti. Osmanlı geleneğine uygun olarak bölgede yaşayan bazı sanatkâr ve alimlerin bir kısmını İstanbul’a gönderdi.

5) Halifeliğin Osmanlı’ya geçiş süreci nasıl olmuştur?

 Öncelikli olarak belirtmemiz gerekir ki halifelik Osmanlı Devleti’ne geçmeden öncede halife unvanını kullanan padişahlar olmuştur. Bu noktada Mısır Seferi’nden sonra hilafetin İstanbul’da bir merasimle Osmanlılara intikal ettiği rivayetinin tarihi bir kıymeti bulunmamaktadır. Bu konuyla ilgili kapsamlı çalışmaları olan Prof. Dr. Feridun Emecen; “Yavuz Sultan Selim’in İslam Dünyası üzerinde bütünleştirici bir lider sıfatını haiz olması o dönemde bazı kaynaklarda ‘hilâfet tahtının sultanı’ şeklinde anılmasına yol açmıştır” diyerek sorunuza dair özet mahiyetinde cevap vermiş olmaktadır. Yavuz Sultan Selim, Mercidabık Savaşı’ndan sonra Halep’de Abbasi Halifesi Mütevekkil Alellah ile görüşmüş ve sonrasında da onu yakınlarıyla birlikte İstanbul’a göndermiştir. Halife ailesinin sonraki yıllarda Kahire’ye dönmelerine müsaade edilmiştir. Siyasi yönden güçlü olmaları sebebiyle halife ünvanına ihtiyacı olmayan Osmanlılar, Kırım Savaşı’na kadar bu unvanı kullanma ihtiyacı hissetmemişlerdir. Devletin son yüzyılında özellikle II. Abdülhamid,  halife sıfatını diplomatik bir vasıta aracı olarak kullanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in hilafeti devraldığı kaydı kendisinden sonraki yüzyılda çıkan bir rivayet ile alakalıdır.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve hedefgazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.