Hepimiz yaşamışızdır. Gitmek istemediğimiz bir davete veya buluşmaya “Tabiki memnuniyetle geleceğim deriz yada telefonda o sihirli cümleyi kurarız: "Kusura bakmayın, tam da o saatte acil ve önemli bir işim var!" deriz. Aslında o davete katılmaya niyetli değildir insan. Gideceğini söyler ama gitmez. Bu seferde yine telefona sarılır “Gelmeyi çok istiyordum ama şöyle oldu, böyle oldu, acil bir işim çıktı. “Denilir.
Bu sözler, modern insanın sosyal beklentiler ve kişisel huzur arasında sıkışıp kalmışlığının en masum göstergesidir. Bir eğitimci olarak, bu davranışın altında yatan nedenlerin sadece yüzeysel bir kibarlıktan ibaret olmadığını, derin psikolojik kökleri olduğunu düşünüyorum.
Peki, neden dürüstçe "Yorgunum, o gün sadece evde kalıp dinlenmek istiyorum" diyemiyoruz? Cevap, maalesef, kültürümüzde gizli. Toplumumuzda "hayır" demek, kolay kabul gören bir cevap değildir.
Reddetme, karşı taraf için genellikle kişisel bir darbe olarak algılanırken, reddeden kişi hemen "kaba" veya "ilgisiz" olarak etiketlenme korkusu yaşar.
İşte bu noktada, "acil ve önemli bir iş" bahanesi devreye girer. Bu mazeret, adeta bir toplumsal kalkan görevi görür. Reddetme/davete gitmeme nedenini kişinin kendi isteğine değil, kontrol edilemez dışsal bir zorunluluğa yükler. Aynı zamanda "önemli bir işi olan" imajını koruyarak, bu kaçışı meşrulaştırır ve sorgulamayı bitirir. Bu, aslında çatışmadan kaçınma ve sosyal uyumu koruma ihtiyacının bir yansımasıdır.
Özellikle sürekli uyum sağlamaya ve herkesi memnun etmeye programlanmış bireyler için sınır koyma eylemi, zorlu bir görevdir. Bu kişiler, içten içe istemedikleri bir şeye mecbur kaldıklarında büyük bir baskı hissederler. Yalan söyleyerek davetten kaçmaları, aslında pasif agresif bir şekilde kendi özgürlüklerini ilan etme çabasıdır. Kendi ihtiyaçlarını (dinlenme, yalnız kalma) toplumsal baskının önüne koyabilme isteğidir, ancak bunu dürüstlükle yapamadıkları için geçerli bir mazeret arkasına saklanmak zorunda kalırlar.
Eğitimci olarak, bireylerin psikolojik sağlığı ve ilişkilerin gerçek derinliği adına, bu durumu aşmamız gerektiğini düşünüyorum. Birey olarak, "Hayır" demeyi öğrenmeliyiz. Duygu ve düşüncelerimizi dürüstçe, mertçe ama incitici, kırıcı olmadan söylemekten geri durmamalıyız. Mazeret üretmek yerine, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı incitmeyecek şekilde ifade etme cesaretini göstermeliyiz. Toplum olarak ise, birinin davetimizi geri çevirmesini kişisel bir reddedilme olarak algılamaktan vazgeçmeliyiz. İnsanların dinlenmeye, yalnız kalmaya veya basitçe istememeye hakları olduğunu kabul etmeli ve bu dürüstlüğü bir olgunluk göstergesi olarak takdir etmeliyiz.
Bir lisede yaptığım söyleşi sonrası yanıma gelen bir lise öğrencisi “Köyümüzde yaşanmış bir kişinin hayatını öyküleştirdim. Onu kitap olarak yayınlamak istiyorum dedi” Memnuniyetle yardımcı olmayı kabul ettim ve o liseli genç kızımızın hikayesini kitaplaştırdık. Kitabın adı “EL ALEM NE DER? Sonrasında yapılan gerçekçi bir açıklama ile kitapta bahsi geçen “köyden bir kadın” aslında anneannesiymiş. Bu hikâyeden de anlaşılacak üzere artık “elalem ne der” bir kenara bırakılmalı, Her zaman doğruyu söylemek daha asil bir davranıştır.
Unutmayalım ki, "acil ve önemli bir işim çıktı" yalanı, aslında "Kendime ve dinlenmeye ihtiyacım var" gerçeğinin kibar bir çevirisidir. Bu çeviriye duyulan ihtiyacı ortadan kaldırdığımızda hem daha dürüst hem de psikolojik olarak daha sağlıklı ilişkiler kurmuş olacağız.
Cengiz Ceylan
Eğitimci Yazar